31 Mayıs 2012 Perşembe

Merdiven...


Merdiven
 
Boynumdaki kravatı, ceketimin cebine iliştirerek üzerimdeki yüklerden sadece birini atabilmiştim. Ceketim, ayakkabılarım hatta kol düğmelerim de fazlalıktı. Ama günün kalan birkaç aydınlık saatinden alacağım keyfi hiçbir şey bozamazdı. İş toplantısının o yalancı gülümsemelerindense içimi saracak bir sıkıntıya bile razı olabilirdim. Neyse ki kendimi o ihtişamlı binanın, tarih dokusunun dışına atabilmiştim. Oysa sadece o ihtişamlı binanın tarihte yaşanmışlıklarını bile hayal edip, bahçesinde ılık bir İstanbul yolculuğu yapabilirdim. O mecburi ilişkilerin sarmalından kurtulabilmem mümkün olsaydı tabi...


Nereye gideceğimi kurgulamadan çıktım ve ilk bulduğum otobüse atladım. Önce biriyle karşılaşmanın zaman kaybını yaşama ihtimalini ortadan kaldırmalıydım. Bana hep İstanbul'dan çok uzak bir şehir havası veren Dolmabahçe'nin sağlı sollu ağaçlı yollarından geçerken otobüsün arkasından uzun uzun geride kalan anılara daldım. İlk çektiğim fotoğraflara, sevgilimle kaçtığım tarih yolculuklarına ve yıllar önce izlediğim Beşiktaş'ın Ferdinand'lı bir Fener derbisinde çubuklu formalı 8 yaşındaki çocukluk halime hep bu ağaçlar şahitti. Şimdi ne zaman İstanbul’un güzelliklerini hatırlamak istesem bu yoldan yürümek gelir ilk aklıma.

Birkaç durak sonra otobüs, Galata Köprüsü'ne yol almadan kendimi arka kapıdan dışarı attım. İçimde bir serseri vardı ve bazen güçlü otokontrolüm onu tutamıyordu. Nereye gideceğimi biliyordum. İstiklal'e çıkacaktım ama madem yalnız atacağım adımlarım olacaktı, o zaman bu adımların bir hikayesi olmalıydı. Yolculuğa nereden başlayacağımı biliyordum. İstanbul'un tarih fışkıran caddelerinden birisiydi Bankalar Caddesi.... Bankalar mı? Yok, iş peşimi bırakmasa da ben onu çoktan cebimin karanlığına gömmüştüm. Eski Pera'ya çıkışın bir yolu da Bankalar Caddesi'nin hemen başındaki merdivenlerdi. (Kamondo Merdivenleri*) Tünele binmek de farklı bir İstanbul yolculuğuydu ama o kadar kısa zamana sığdıramayacak kadar coşku doluydum. İçimde biriktirdiğim hikayelerim vardı, adım adım yaşayacağım... İşte birkaç adımdan sonra o merdivenlerin başındaydım. Kim, hangi düşüncelerle böyle bir mimari ile yapmıştı bu merdivenleri bilmiyordum ama yaratıcısı belki de yaşadığı kararsızlıkları yansıtmıştı. Kimbilir? Ya da merdivenlerin başında düşen biri en azından ortalarda bir yerlerde ayağa kalksın diyeydi bu eğrisel mimari... Her geçenin bir ya da birkaç basamağında durakladığı bir merdivendi. Yolum her geçtiğinde, adımların yorgunluğunu da bahane ederek en üst basamaklarda oturup, bu ilginç merdivenlere bakardım. İlk görenlerin şaşkınlıkları, fotoğraf çekmeye gelenlerin şekilden şekile girişleri, turistlerin hayran bakışları...

Bu kez merdivenlerin başında biraz duraksayıp nefes aldım. Nasıl olsa her bir basamak bir durak, bir es olacaktı benim için. İlk adımımı attığımda, bu merdivenleri birlikte keşfettiğim eski sevgilimin “Pişman mısın?” sorusu fısıldadı bir an kulağımda. Bitirdiğim ilişkiden birkaç ay sonra nişanlandığını haber vermiş ve ardından sormuştu. Gülmüştüm... “Bilmem, hiçbir zaman bilemeyeceğim.” diye cevapladığımda gerçekten bilemiyordum. Yaşadığım cevapsız yalnızlığın mı yoksa onunla içine düştüğüm anlamsız tekrarların mı beni daha az mutsuz kılacağını bilemezdim. Şimdi sorsa bu soruyu, “Yeterli mutluluğu, iki kişilik bir yalnızlığa tercih etmek doğru bir karardı” diye cevaplardım belki... Ardından “Sen?” diye sormadan arkamı dönüp giderdim. Tıpkı merdivenlerin daha o ilk basamağında attığım birkaç kararlı adım gibi...

Merdivenleri diğerlerinden farklı kılan o kıvrımlara geldiğimde yaşadığım onca yol ayrımından sonra sığındığım limanları anımsadım bir bir... Öğrencilik yıllarının kararsızlıkları, hataları, kaçışlarıydı hep bu yol ayrımlarının sebebi. İçimdeki tüm kararsızlıkları bırakıp, uzun aradan sonra kendimi özgür hissedeceğim an da bir akşamüstü serinliğinde, bahar kokusunu hissetmemle başlayacaktı. İstanbul’un kalabalık üst geçitlerinin birinde, onlarca insanın bakışlarına aldırmadan ağladığım ve sonrasında kendimi bir kuş gibi hafif hissettiğim merdivenlerde, içimde biriktirdiğim gözyaşlarının bu kadar ağır olabileceğini bilemezdim. O anı hatırlamanın coşkusuyla tırmandım merdivenlerin son basamaklarını.

İşte merdivenlerin en başındaydım. En baştaki basamaklara oturdum. Henüz bir saat önceki ben değildi o basamaklara oturan. Üzerimdeki kıyafetlerden, içinde bulunduğum ortamdan, yalancı gülümsemelerden kaçan kalabalık yalnızlığım gitmiş, yaptığım geçmişe yolculukla içimdeki gerçek beni ortaya çıkarmıştım. Yine yalnızdım bu kısacık yolculukta ama çocukluğum, Beşiktaş, eski sevgilim, öğrencilik yıllarındaki savrukluğum bana eşlik etmişti.

Bu kısa yolculuğu keyifli bitirecek ve yorgunluğu alacak şeyi biliyordum. Galata Kulesinin arka sokaklarında devam edecek yolculuk, İstiklal Caddesi’nin en samimi sokağında, Mehmet Abi’nin Mandabatmaz kahvesiyle son bulacaktı.

İnsanın gideceği yolu bilmesi, yol haritası yoksa da ayaklarının doğru yolu bulabilmesiydi diye düşündüm Kamando Merdivenleri’nin bu şeklinin sebebi. Sadece merdiven değil, bir sınav, bir sınamaydı sanki Kamando Merdivenleri… Tüm kafa karışıklıklarına, hatalara, kaçışlara, yanlış kararlara rağmen doğru yolu bulabilme sınavı…

z.e.

Fotoğraf : Mayıs 2012 / Karaköy - İstanbul

Kamondo Merdivenleri* : İstanbul'un Galata semtindeki Voyvoda Caddesi'yle ile Banker Sokağı'nı birleştiren barok üslûplu merdivenlerdir. 1850'li yıllarda yapılan merdivenler bölgenin en önemli banker ailelerinden biri olan Kamondo Ailesinden Avram Kamondo tarafından yaptırılmıştır. O zamanlar Banker Sokağı da Rue Kamondo (Kamondo Caddesi) olarak bilinmekteydi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder